Binali Yıldırım canlı yayında soruları yanıtladı
TBMM Başkanı ve AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Yıldırım, katıldığı televizyon programında hayatıyla ilgili bilinmeyenleri, anılarını ve İstanbul’u anlattı.
TBMM Başkanı ve AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım, 5 yıl görev yaptığı ve kendi sınıfında dünyanın en büyüğü olan İstanbul Deniz Otobüsleri’nin (İDO) en büyük hizmetlerinden birinin, 1999 depreminde yaptığı çalışmalar olduğunu belirterek, “Bütün gemileri Gölcük, Yalova ve Çınarcık’a gönderdim. Buradan gün boyunca yaralı taşıdık. İstanbul’dan kurtarma için giden ekipleri taşıdık. Yenikapı’ya yüzlerce ambulans dizdik. Bir günde 2 bin 500 kişi taşıdık, hayata döndürdük onları.” dedi.
Yıldırım, Habertürk’te Veyis Ateş’in sunduğu “Akılda Kalan” programında, hayatıyla ilgili bilinmeyenleri, anılarını ve İstanbul’u anlattı.
“Başa dönsek, yine aynı Binali Yıldırım’ı ister miydiniz?” sorusu üzerine Yıldırım, “Başa dönüp tekrar hayata başlasak bugünkü Binali Yıldırım’ı isterdim. Bu mesleği tekrar isterdim, mühendis olmayı isterdim. Herhangi bir pişmanlığım olmadı çünkü doya doya hayalimdeki her şeyi, daha fazlasını gerçekleştirdim. O yüzden pişmanlık duygusu içinde değilim.” yanıtını verdi.
“En çok neyi hayal ederdiniz?” sorusuna karşılık Yıldırım, yol, köprü yapmayı, havayolunu geliştirmeyi hep hayal ettiğini ve bu hayalini gerçekleştirmenin nasip olduğunu dile getirdi.
“Çocuklarımı sevmeye fırsat olmadı, acısını torunları severek çıkarıyorum”
Binali Yıldırım, “Daha çok anneci miydiniz, babacı mıydınız?” sorusunu, “Ana. Babam daha soğuk ve resmiydi. O bir terbiye kuralıdır. Dedemin olduğu bir odada, ben çocukken babama doğru emekleyerek giderdim. Babam ayağı ile geri iterdi beni. Büyüdüğüm zaman da dedeme yönlendirirdi. Bu bir gelenek, terbiye.” diyerek yanıtladı.
Hayatın o çetin meşgalesinde, yoğunluğunda kendi çocuklarına tam anlamıyla çocuk muamelesi yapamadığını, çocuklarını çok sevmeye fırsat olmadığını ama acısını torunlarını severek çıkardığını ifade eden Yıldırım, İstanbul’a geldikten sonraki hayatına ilişkin anılarını şöyle anlattı:
“Ben ilkokuldayken amcalarım ve dedem İstanbul’daydı. Köyde kalan babamdı. Ben ilkokuldayken merak ederdim İstanbul’da Tarlabaşı’nda oturuyorlar diye. Bizim de evin yakınlarında tarlalar var. Başka şehre gittiler, bunlar hala tarlanın yanında diye söylendiğim olurdu.
İlkokul son sınıfa gelince babamın niyeti, ‘bir an önce okulu bitirsin, işin bir yerinden tutsun’. Hatta okulun tatilini beklemeden, beni sınıftan alırdı. Benim içim burkulurdu. Akranlarım ders yapıyor, ben gidiyorum babamla tarlaya. Öğretmenim dedeme ‘Bunu okut, bu çocuk okur’ diyor. Okul bitince dedem beni İstanbul’a götürüp okutmaya karar verdi.”
Öğretmen okulu hayali yarım kaldı
Öğretmen okuluna gitme hayalini kurduğunu belirten Yıldırım, ancak okul müdürünün sınav kağıdını yırttıktan sonra “Hadi git öğretmen falan olmuyorsun” demesi üzerine çok üzüldüğünü anlattı.
Üniversitede 9 ay asistanlık yaptıktan sonra, tersanede gemi yapım işleriyle uğraştığını, lisans üstü eğitimini tamamladıktan sonra 1980’de askere gittiğini anlatan Yıldırım, İsveç’te Dünya Denizcilik Üniversitesi’ndeki eğitimini de dereceyle bitirdiğini söyledi.
İsveç’te kalmayı hiç düşünmediğini, eğitimini tamamlar tamamlamaz Türkiye’ye döndüğünü aktaran Yıldırım, “İnsanın memleketi gibi yer yok. Oralar da cennet gibi sessiz, düzenli, trafik sorunu yok, her yönüyle muntazam. İstanbul gibi bir şehirden gidiyorsunuz, anormal bir şey yok.” dedi.
Eşi Semiha Yıldırım ile nasıl tanıştıklarına ilişkin soru üzerine Yıldırım, eşi ile 4 kuşaktan amca çocuğu olduklarını ve önceden tanıştıklarını söyledi.
Yıldırım, “Geniş ve birbirine düşkün bir aile olacağımızı hayal edemezdim. Bu çok büyük bir servet, büyük bir mutluluk.” ifadesini kullandı.
“İDO’nun yaptığı en büyük hizmetlerden biri 1999 depremindeki çalışmalarıdır”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde İDO Genel Müdürlüğü yaptığı yılları anlatan Yıldırım, sözlerine şöyle devam etti:
“İDO’da 5 yıl görev yaptım. İDO, kendi sınıfında dünyanın en büyüğü oldu, 29 gemiye, 30’dan fazla iskeleye ulaştı. Bütün Marmara’nın kuzeyinden, güneyine seferler yapmaya başladık. Bana göre İDO’nun yaptığı en büyük hizmetlerden biri 1999 depremindeki çalışmalarıdır. 1999 depreminde Bostancı’da merkezimiz vardı. Depremden sonra iletişim koptu. Ben hemen şirket merkezine gittim. Bütün gemilerle telsiz üzerinden irtibata geçtim. Bütün gemileri Gölcük, Yalova ve Çınarcık’a gönderdim. Buradan gün boyunca yaralı taşıdık. İstanbul’dan kurtarma için giden ekipleri taşıdık. Yenikapı’ya yüzlerce ambulans dizdik. Bir günde 2 bin 500 kişi taşıdık. Hayata döndürdük onları. Hatta rahmetli Ecevit 2-3 gün sonra açıklama yaptı, İDO’nun burada yaptığı büyük hizmeti methederek anlattı.”
İDO’yu kendi sınıfında dünyanın en büyüğü yapmayı nasıl başardığına ilişkin soru üzerine Yıldırım, şunları kaydetti:
“Ben gemi inşa mühendisiyim. Dolayısıyla gelip hemen fotoğrafı çektim ve ne yapacağıma karar verdim. Sonra Sayın Başkanımıza meseleyi anlattım. ‘Tam yetkilisin’ dedi ve hemen harekete geçtim. Mevcut gemileri yeniledik. Hızlı feribotlar dünyada ilk. 100-200 kişilik feribot, 40 mil hızla gidiyor. Taşımada müthiş bir farkı ortaya koydu. O eski şirketlerle saatler süren yolculuk çok hızlı şekilde yapılır hale geldi. Parayı nereden bulduk? Kredi aldık. Devletin o günlerde 5 Nisan kararları vardı, kur almış başını gitmiş, enflasyon… Bizim risk birimimiz, devletin risk biriminden daha düşüktü. Biz proje kredisi aldık ve hepsini ödedik. Büyükşehir Belediye Başkanının şahsi imzasıyla krediyi aldık. İDO kısa zamanda muazzam bir konuma geldi.”
“İstanbul eğer bir devlet olsaydı, Avrupa Birliği’nin 13. büyük ülkesi olurdu”
Türkiye’de ulaştırma bakanlarının görev süresinin ortalama 8,5 ay olduğunu aktaran Yıldırım, 11 yıldan fazla bir süre bu görevde bulunduğunu hatırlattı.
Kariyerini İstanbul’a borçlu olduğunu dile getiren Yıldırım, “Ortaokulu, liseyi, üniversiteyi burada okudum. Evlendim, yuva kurdum, çocuk sahibi, torun sahibi oldum, meslek sahibi oldum. İstanbul 2002, 3 Kasım’da beni buradan milletvekili seçti. Bakan oldum, Başbakan oldum, Meclis Başkanı oldum. Bütün bunları İstanbul sayesinde oldum. Dolayısıyla bu dönemde, Allah nasip ederse bu yola çıktık. İstanbullular da teveccüh gösterir, destek verirse belediye başkanı olduğumda borcumu ödemek gibi bir yükümlülüğüm var. Bu şehre borcum var. İnşallah bunu yapacağım.” diye konuştu.
İstanbul’u ve İstanbul’un meselelerini iyi bildiğini anlatan Yıldırım, şöyle devam etti:
“İstanbul eğer bir devlet olsaydı, Avrupa Birliği’nin 13. büyük ülkesi olurdu, dünyanın 41. büyük ülkesi olurdu. İstanbul’un yıllık gayrisafi hasılası 232 milyar dolar. Ne anlama geliyor? Romanya’nın, Macaristan’ın, Bulgaristan’ın dahil olduğu 140 ülkeyi geride bırakıyor. Böyle bir özelliği var. Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 33’ünü, İstanbul tek başına sağlıyor. 72 milyar dolarlık ihracatla Türkiye ihracatının yüzde 44’ünü tek başına sağlıyor. Bu şu anlama geliyor? Güney Afrika, Şili, Portekiz’in ihracatından daha yüksek. 100 büyük sanayi kuruluşunun 42 tanesi İstanbul’da ve iş gücünün yüzde 20’si İstanbul’da. Her 100 lira verginin 49’u İstanbul’dan toplanıyor, 40 milyon turistin 13,5 milyonu İstanbul’a geliyor. Rakamlar uzadıkça gidiyor. Yani Türkiye’nin lokomotifi, kalbi. İstanbul hapşırsa, Türkiye nezle olur.”
“Ulaşım, trafik, birinci sorun. Bunu ben çözerim”
Yıldırım, İstanbul’un sorunları olduğunu belirterek, “Mesela, ulaşım, trafik birinci sorun. Bunu ben çözerim. Tevazuya lüzum yok. Bunu ben çözerim.” dedi.
Türkiye’nin her köşesinde gerçekleştirdikleri bölünmüş yol, internet, hızlı tren, hava yolu projelerini hatırlatan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İstanbul’un, Anadolu şehirleriyle ve dünyayla bağlantısında hiçbir sorun yok. Sorun İstanbul’un içinde. Dünyanın en büyük havalimanından dünyanın 316 noktasına uçuş var. İki, İstanbul’dan 56 havalimanına uçuş var, Türkiye’nin her tarafına uçuş. Bölünmüş yollar, bütün yurdu baştan başa donatmışız. Hızlı tren, Ankara’dan İstanbul’a, İstanbul-İzmir Otoyolu, Osmangazi Köprüsü yapılmış… Üçüncü köprü, Avrasya Tüneli. İstanbul içinin trafiğinin çözülmesi… Bu da benim işim. Bunu çözerim ama şunu bilmesini istiyorum İstanbulluların, ‘Trafik sorununu yüzde 100 çözerim’ dersem bana inanmasınlar. Dünyanın hiçbir büyük şehrinde, 15-20 milyon nüfusu olan şehirde, ‘Trafik problemi hiç yok’ demek, ya gerçekleri görmemek ya da insanları yanıltmak demektir. Neyi vadedebilirim İstanbullulara? Trafik akışı hiç kesintiye uğramayan, katlanılabilir bir trafik. Yani, dur, kalk… Çok fazla fren, debriyaj kullanmadan, motoru hararete sokmadan sürekli akacak ama 20 kilometre hızla gidecek, 60’la 70’le gitmeyecek. Sürekli trafik akacak.”
Yıldırım, İstanbul’da en önemli sıkıntının toplu ulaşım altyapısının yetersizliği olduğunu söyleyerek, şu anda raylı sistemin ve metrobüsün yüzde 18 olduğunu, bu rakamı yüzde 48’e çıkarmayı hedeflediklerini dile getirdi. Binali Yıldırım, İstanbul’un herhangi bir yerinde 750 metre yarıçapında bir toplu taşıma durağına erişilmesini sağlayacaklarını bildirdi.
Avrasya Tüneli projesinin nasıl hayata geçtiği konusuna da değinen Yıldırım, 2004 yılında, Sarayburnu’nda trafikte kaldığı bir gün proje fikrinin oluştuğunu ifade etti.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde kendisini davet ettiğinde hiç tereddüt etmeden görevi kabul ettiğini ve o zaman İstanbul’dan başlayan bu hareketin Türkiye’yi kapsayacağına inandığını aktaran Yıldırım, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile o dönemden itibaren hiç teması kesmediklerini ve AK Parti’yi kurarken de tereddüt etmeden siyasi yaşamına buradan devam ettiğini söyledi.
Programda, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Funda Ocak’ın Binali Yıldırım ile tanışmalarını anlattığı ve görüşlerini içeren röportajına da yer verildi.
Röportajın gösterilmesinin ardından Yıldırım, Funda Ocak’ın Orhan Birdal ile İstanbul Havalimanı’nın isimsiz kahramanlarından olduğunu kaydederek, “Hani ‘kadınlar bu işte başarılı olur, olmaz’ tartışması var. Kadınlara daha fazla imkan sağlamak, bu en güzel örneğidir. Çok başarılı bir bürokrattır. Güzel işler de yaptı.” ifadelerini kullandı.
“İdeolojinizi işinizin önüne geçirmediğiniz müddetçe sıkıntı yaşamazsınız”
“Geldiğinizde bir ekip değişikliğine gitmez misiniz?” sorusu üzerine İDO’da göreve başladığı dönemden örnek veren Yıldırım, şunları anlattı:
“Ben herkesi topladım, ‘Şu anda bana eşit mesafedesiniz. Çünkü ben sizi yeni görüyorum, siz de beni yeni görüyorsunuz. Zaman içinde kimin mesafesi bana daha çok yaklaşacak veya uzaklaşacak size bağlı. Benim yapacağım bir şey yok. Göreceğim sizi. Bana daha da yaklaşabilir, uzaklaşabilirsiniz. Baştan (Ben ideolojik olarak sizinle çalışmak istemiyorum) diyen varsa bunu anlarım.’ dedim. Bir tanesi ‘Bana müsaade, ben gidiyorum’ dedi. ‘Peki kardeşim…’ Diğerleri ‘Biz çalışırız’ dediler. Şunu söyledim, ‘İdeolojinizi işinizin önüne geçirmediğiniz müddetçe benden bir sıkıntı yaşamazsınız.’ Ondan sonra onlar bizi tanıdı, biz onları tanıdık. Bazıları yetersiz oldu, ayrılmak durumunda kaldı, bazıları uzun süre devam etti. Bir tane finans işlerine bakan bir genel müdür yardımcısı vardı bir bayan, bana birkaç gün aradan sonra dedi ki ‘Ne yalan söyleyeyim, sizin buraya atandığınızı duyduk, biz çok korktuk’. ‘Niye korktunuz?’ dedim. ‘Biz, buraya cübbeli, sarıklı bir adam geleceğini zannettik. Sizi gördük, anlayamadık, bu nasıl iş? İngilizce konuşuyorsunuz, bütün konuları biliyorsunuz. Biz şoke olduk.’ dedi. ‘Üniversite mezunu değil misin? Sen nasıl böyle bir şey düşünebilirsin? Sen bu şehirde yaşıyorsun, bu kadar ön yargı, bu kadar saplantı olur mu?’ Yani, o zamanlar ön yargılar ve algı ile olgu arasında o kadar büyük bir fark vardı ki.”
“Otobüsler ayrılacak mı, başörtü takılacak mı takılmayacak mı?” gibi tartışmaların o dönemin “kayıp yıllar” olarak adlandırılmasına neden olduğunu ifade eden Yıldırım, “Şimdi bu var mı? Çok az var. Hala bitmiş değil ama çok az kaldı. Toplumun geneli artık bu meseleleri aşmış durumda.” diye konuştu.
Ankara-İstanbul hızlı treninin açılışını bizzat şantiyede her ay bakan olarak takip ettiğinin hatırlatılması üzerine Yıldırım, Çin-Türk ortaklığıyla yürütülen projede zaman kaybının en büyük nedeninin iletişimsizlik ve mantalite farkı olduğunu tespit ettiklerini, bunları çözdükten sonra projenin zamanında yetiştiğini söyledi.
Aynı olayın Marmaray’da Japonlarla yaşandığına dikkati çeken Yıldırım, “Japonlara, ‘Türklerin son dakika mucizesi diye bir şey vardır.’ dedim. ‘O ne demek?’ dediler. ‘Göreceksiniz.’ dedim. Açtığımız zaman ‘Hakikaten Türklerin son dakika mucizesi varmış, gördük.’ dediler.” şeklinde konuştu.
“İstanbul bilim, teknolojinin merkezi olabilir”
İstanbul’un temel meseleleri olan trafik, ulaşım, otopark, yeşil alan üretmeyle ilgili bir sorununun bulunmadığını ifade eden Yıldırım, geçmişte bu konularda Türkiye ölçeğinde başardıklarının gelecekte yapacaklarının teminatı olduğunu dile getirdi.
İstanbul’a yapacaklarının sadece altyapı olmadığını belirten Yıldırım, şöyle konuştu:
“İstanbul’a yapmamız gerekenler sosyal, kültürel içerikli projeler ve ekonomi. Şimdi asıl olan İstanbul’un bu yönlerini daha fazla ön plana çıkarmak ve İstanbul’un marka değerini daha da artırmak. İstanbul bilim, teknolojinin merkezi olabilir, gençlerin kabiliyetlerini gösterebileceği bir merkeze dönüşebilir. Yapay zeka, robotik teknolojiler, büyük data var. Her şey bugün bildiğimiz mesleklerin yarısı 20 sene sonra yok olacak. Yeni meslekler, yeni hayat tarzları geliyor. İnsanın her tarafından çipler donatılacak ve insan bir anlamda birçok şeyi artık bu çipler vasıtasıyla yapacak. Yapay zeka hayatımıza daha fazla girecek, 5G teknolojileri de… Buna en yatkın nesil de gençler. Ben onlara dijital yerliler diyorum, kendimi de dijital göçmen olarak tanıtıyorum. Biz dijital dünyanın, bilgi toplumunun göçmeniyiz, gençler ise yerlisi.”
Binali Yıldırım, İstanbul’a altyapı olarak birçok şey yaptıklarını ama belediye başkanlığı döneminde biraz daha üst yapıya çalışacaklarını söyledi.
Belediyelerin herkese iş bulmak gibi görevinin bulunmadığını vurgulayan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Belediyenin birinci derecede herkesi istihdam edip, iş bulacak ne kaynağı var, ne imkanı var, ne de yetkisi var. Ama ne yapacağız biz; İstanbul’u o kadar yaşanabilir, daha cazip bir hale getireceğiz ki buraya daha çok yatırım, üretim yapılacak. Dolayısıyla istihdam alanları oluşacak. Mesela, İstanbul’da 51 üniversite ve bir milyon üniversite öğrencisi var. ‘Bir Fikrim Var’, ‘Bir Projem Var’ ile bu fikirleri finans çevreleriyle buluşturacağız. Bu fikirler proje ve katma değere dönüştürülecek, kamuya katkı sağlayacak ve istihdam oluşturacak. Bunun yanı sıra şehrin fuar sayısını artıracağız. Kruvaziyer turizmini geliştirip turist sayısını artıracağız. İstanbul’un toplam ekonomideki yüzde 67’sini hizmet sektörü oluşturuyor. Hizmet sektörü de nasıl sağlanır? Sağlık, turizm, gastronomiyle de marka değerini artıracağız ve bunu ekonomiye dönüştüreceğiz.”
Yıldırım, İstanbul’da yeşil alanları artıracaklarını dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Mahallelerde, ilçelerde millet bahçeleri yapılıyor. Daha önemlisi İstanbul’un düşey dereleri var. Silivri dereden başlıyor, Pendik deresine kadar İstanbul’un meşhur derelerini şimdi yeniden ihya ederek İstanbul’un kuzeyindeki yeşil ile maviyi buluşturacağız. Bu koridoru oluşturacağız, şehir içinden isterse ormanlık alana, isterse denize inecek bu vadilerden. Burada yürüyüş yolları olacak, vakit geçirecek alanlar, bisiklet yolları olacak. Böylece yeşille maviyi buluşturan dikey damarlar oluşturacağız. İstanbul bir uçtan diğer uca 135 kilometreye 45 kilometrelik dar uzun bir şerit gibi. Asıl şehri sıkıntıya sokan bu. 5 bin 462 kilometrekarelik İstanbul alanının sadece bin 50 kilometrekaresinde yerleşimimiz var. Yüzde 20. Yeşil alan var ama yeşil alana ulaşım yok. Biz bu koridorlarla yeşille maviyi birleştireceğiz.”